Marcel Proust ve “Dünyanın En Güzel Tablosu”
Marcel Proust (1871 – 1922), roman ve deneme yazarı olarak tanınsa da hem kendinden sonra gelen yazarlara ve düşünürlere yol göstericiliğiyle hem de gerek kullandığı teknikler gerek zaman kavramına getirdiği yeni bakış açısı ve gerekse sanatseverliğiyle çok yönlü ve önemli bir kişidir. Yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde serisi ile yazın dünyasında oldukça önemli bir konumda yer almaktadır. Eserlerinde denediği farklı tekniklerin yanında çok büyük bir sanatsever olan Proust, özellikle Johannes Vermeer’e olan hayranlığı ve Delft Manzarası adlı tabloya düşkünlüğüyle de bilinir. Peki Proust’un bu hayranlığı yalnızca sözde midir?
Öncelikle Marcel Proust’un yazın hayatından ve eserlerinden kısaca bahsetmek istiyorum. Proust, roman ve deneme türünü birleştirdiği, farklı tekniklerle kaleme aldığı Kayıp Zamanın İzinde serisiyle, bir noktada ölümünden sonra tanınsa da genç yaşlarından itibaren yazılar yazmış ve çeşitli dergilerde, gazetelerde yayımlamıştır. Her yazısında farklı bir teknik denemesi yapmıştır fakat asıl üslubunu Kayıp Zamanın İzinde serisinde oluşturmaya çalışmış ve ortaya koymuştur. Örneğin çok erken zamanlarda yazdığı Hazlar ve Günler eserinde düzyazı ve şiiri birleştirmiş, kesintili bir anlatım sergilemiştir. Ölümünden çok sonra yayımlanan ancak genç yaşlarında yazdığı Jean Santeuil adlı eserinde yine kesik ve parçalı bir anlatımın yanında üçüncü tekil kişili anlatım (O) kullanmıştır. Sainte-Beuve’e Karşı adlı eserinde ise ilk defa deneme ve roman tekniklerini birleştirmeye çalışmış, asıl eseri Kayıp Zamanın İzinde serisinin teknik özelliklerinin tohumlarını burada atmaya başlamıştır. Kayıp Zamanın İzinde serisinde ise birinci tekil kişili anlatıma (ben) geçmiş, yer yer roman yer yer eleştirel deneme türünde, çok karakterli bir yapı oluşturmuştur. Eserin gidişatını, eserin akışına göre şekillendirmiş ve rapsodik bir yazı düzeni tercih etmiştir. Zamanı kronolojik kullanmak yerine parçalı kullanmış ve bir terzi gibi dikerek zamanda ilerlemiştir. Hatırlamak, uyku ve uyanıklık arasında olma hali, koku gibi kavramları da bu bağlamda eserlerinde farklı açılarla işlemiştir. Bu teknikler ve zaman felsefesi bağlamında da incelenebilir olan yeni kavramlar onun eserlerinin temelini oluşturmaktadır. Ayrıca bu eserinde sanatseverliğini de gösteren Proust, tam 103 sanatçı ve/veya eserine değinmiş, yer vermiştir. Bu sanatçılar arasında Proust içib en önemli isim, Johannes Vermeer ve onun önemli eserlerinden biri olan Delft Manzarası tablosudur.
Johannes Vermeer (1632 – 1675) Hollandalı Barok dönem sanatçısıdır. En önemli ve ünlü eserlerinden biri İnci Küpeli Kız olan Vermeer, gündelik yaşamı resmederken görüntüyü anında yakalanmış bir fotoğrafmış gibi sunar. Bu yönüyle de Proust ile benzerlik kurulabilir bir sanatçıdır. Çünkü Proust’un eserleri de belli bir plan üzerinden gitmez ve anlık gidişata göre şekillenir. Vermeer, ölümünden yaklaşık iki yüzyıl sonra, sanat eleştirmeni Thoré Bürger tarafından yeniden keşfedilmiş, tanınmıştır. Kimi eleştirmenler ise Vermeer’in bu kadar geç tanınmasına rağmen eserleri ile oluşan popülerliğini Proust ile bağdaştırarak onun eserlerinde isminin ve yapıtlarının geçmesiyle ilgili olduğunu söylemişlerdir. Proust’un hayranlığı, 1902’de Hollanda’ya yaptığı bir gezide Delft şehrine uğraması ve Vermeer’ı doğrudan keşfetmek için eserlerinin sergilendiği Maurithuis müzesine gitmesi ile derinleşmiştir. Özellikle Delft Manzarası, Mektup Okuyan Mavili Kadın ve Aşk Mektubu eserlerine hayran kalmıştır. Daha sonralarda sanat eleştirmeni arkadaşı Jean-Louis Vaudoyer’ye yazdığı bir mektupta Delft Manzarası adlı tablo için “…dünyanın en güzel tablosunu görmüş olduğumu anladım.” diye yazmıştır. Proust bu eserden öylesine etkilenmiştir ki Vermeer’ı ve özellikle Delft Manzarası tablosunu kendi eserlerinde de yaşatmak, zamana karşı diri tutmak ister. Bundan dolayı Kayıp Zamanın İzinde’nin birinci romanı olan Swann’ların Tarafı’nda kahramanı Charles Swann’a bir Vermeer biyografisi yazdırmaya karar verir. Ayrıca serinin beşinci kitabı olan Mahpus’ta da kahramanı Bergotte’un ölümünü Maurithuis müzesinde, Delft Manzarası tablosunun önünde kurgulamıştır. Bu bölümde Proust, kahramanı Bergotte ve onun ölümü ile Vermeer tablosunun önünde edebiyat sanatı ve resim sanatını karşılaştırır. Aynı zamanda tabloya nasıl bakılacağını ve nasıl okunacağını bu ölüm üzerinden anlatır. Proust’un Vermeer’a olan bu hayranlığının bir başka yönünde ise ressamın seyirciye ve seyircinin bakışına verdiği yerdir.
Özetle Proust’a göre Vermeer, ün kaygısı gütmeden eserler vermiş ve yalnızca sanatı için çalışmıştır. Vermeer’ın yaratıcı benliği yani sanatçı dehası onun biyografisini yani toplumsal kimliğini bilmeden de anlaşılabilir ve eserleri bu noktada okunabilir. Böylece Proust’un Vermeer’a olan hayranlığı yalnızca sözde kalmamıştır ve eserlerine onu ve tablolarını yerleştirerek bunu ayrıca göstermiştir.