Site Rengi

Röportaj – Prof. Dr. Oktay Taftalı

Editörümüz Elif Büşra Usta, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Oktay Taftalı ile felsefe eğitiminin temel sorularına dair bir söyleşi gerçekleştirdi.

Röportaj – Prof. Dr. Oktay Taftalı
26 Mayıs 2021 17:41
0
A+
A-

Elif U. – Öncelikle vaktinizi ayırdığınız ve röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim hocam. Bu röportaj ile felsefe lisans öğrencisi arkadaşlarımız için bir rehber ve zihinlerindeki soru işaretlerine yanıtlar oluşturmaya çabalıyoruz. Bu yüzden temelden bir soru ile başlamak istiyorum. Felsefe eğitiminin temel amacı nedir? Öğrenciye ne vaat eder?

Oktay T. – Felsefe bölümünün temel amacı, soyutlama yetisine ve disiplinine sahip, kavramsal düşünebilen ve bu kavramsal düşünceyi belli metotlar yani felsefenin geliştirdiği bir takım mantık metodolojileri çerçevesinde düşünerek, toplumsal, kolektif tine katkıda bulunacak bireyler yetiştirmektir. Tabi bunun felsefe eğitimini bunun yöntemlerinden ve yollarından bir tanesidir. Ama bir toplumda, felsefe yapmayı bilen, felsefi düşünceye vakıf insanlar, o toplumun tinsel varlığına katkıda bulunurlar. Peki toplumun tinsel varlığı ne demektir? Bir toplum, sadece maddi ilişkiler, iktisadi çıkar ilişkileri, iş, para, hayat kurma vs. bu ilişkiler üzerinden yürümez. Bir toplumun kültür hayatı, dil hayatı, din hayatı vardır. Yani her toplumun tinsel ve manevi, yani elle tutulmayan ama gözle görülen ve bilinen bir takım yaşam alanları vardır. İşte o yaşam alanlarının inşası, restorasyonu ve zenginleştirilmesi, felsefecilerin, fikir adamlarının, doğa bilimleri dışındaki bilim adamlarının ve sanatçıların işidir. Doğa bilimleri burada devre dışı kalıyor çünkü doğa bilimleri tikel örnekler üzerinden çalışmalar yürütür. Doğa bilimlerinin teorisini yapan bilim adamları amenna. Onlar da bu gruba girer. Tikel çalışmalar yürüten kişi, bilime katkı yapmaktadır ama tin ve kültür hayatına katkıya dönüşmesi için bunun teorisini de yapması gerekir. Bu ikisini yapan bilim adamları da vardır. Hepsi önemlidir elbette. Tekrar felsefeciye dönecek olursak, felsefeci bu toplumsal ve bireysel yapıp etmelerin teorisini ve kavramlarını üreten, bu kavramların adını koyan ve içeriğini koyan kişidir. Ve bu sayede bir toplumun tinsel hayatına katkıda bulunmaktadır. Felsefecinin temelde görevi budur, felsefe bölümünün amacı da bu kabiliyetlere ve donanıma sahip ve bunları ifade edebilen bireyler yetiştirmektir. Memlekette birçok insan birçok şeyi biliyor ama ifade edebilen, özellikle yazılı ifade edebilen insan sayısı çok az. 

Elif U. – Söyledikleriniz felsefe eğitimi alan bir kişinin diğerlerinden “farklı” bir birey olacağına yönelik. Bunu biraz daha açacak olursak, felsefe eğitiminin diğer bölümlerden farklı olarak, mezun olan kişiye en büyük katkısı nedir?

Oktay T. – Şunu net olarak söyleyebilirim, diğer bölümlerden farklı olarak, macera ve hayret felsefe bölümünde hiçbir zaman bitmez. Her bilimin ve bölümün kendince bir saygınlığı ve işlevleri var. Fakat bütün bunların kraliçesi olan felsefe, ki bütün bilimler felsefeden neşet etmişlerdir, bütün bunların alanlarına ilişkin söz söyleyebilir. Hukuk felsefesi, bilim felsefesi ya da eğitim felsefesi diye bir şey var. Mühendislik ve bütün teknik alanlar, hepsinin felsefesi var. Felsefenin, tüm bilimlerin sahip olduğu bilgi unsurlarını konu edilebilmek gibi bir serbestliği, zenginliği ve serveti var. Yani felsefe her şeye burnunu sokar aslında, doğru bir metotla elbette. İşte bu söz ettiğim serbestlik, diğer bilimlerde olmayan heyecan, hayret ve çok geniş bir macera duygusu veriyor insana. Ben mesela can sıkıcı bir felsefe dersi düşünemiyorum. Mesela maliyet muhasebesi dersinde insanın canı sıkılabilir. Ama Ortaçağ felsefesi dersinde insanın canı sıkılır mı? Mümkün değil! Heyecan, coşku, merak ve hayret… Tüm bunlar felsefenin diğer branşlardan farklı olarak öğrenciye sunduğu imkanlardır. Bunun temelde de sebebi hep arayışta olmamız. Sokrates’in ve diğer tüm filozofların da aradığı buydu. Bilgi. Bilgiyi hep buluyoruz gibi bir iddiamız yok ama temas edebiliyoruz, yaklaşıyoruz. Yaklaştığımızı hissedebildiğimiz her durumda da heyecan duyuyoruz. Aristoteles’in “bütün insanlar doğası gereği bilmek ister.” demesinin de sebebi budur. Bilgi insana şu evrende bir güven duygusu verir. İnsan bildiği zaman, bildiği ortamda ve bildiği durumlarda güven duyar.  Bilmediği şeyden ise korku ve tedirginlik duyar. Mesela karanlıktan korkmamızın nedeni karanlığın kendisi değil, karanlık dolayısıyla görme duyusunun devre dışı kalması bize dünyadan veri akışını keser. Ve orada korkarız. Orada ne olup ne bitiyor, onu bilmediğimiz için korkarız. Işık olduğu zaman ise artık bilgiye sahibimdir. Dolayısıyla güvendeyimdir de. Bilgi insana güven verir. Ve Felsefe de bu güveni aramaktadır.

Elif U. – Peki, yalnızca iş hayatı veya bir meslek olarak değil de, normal yaşamımızda da “fark etmek”, “farklı olmak” anlamında soruyorum, felsefe günlük hayatımızda ne işe yarar?

Oktay T. – En basitinden bir kere, felsefeci olmayan insanların, üzerinde duramayacağı bir fikri insana sunar, o da şudur: Karşılaştığımız olgu ve olaylara bakış açımızı değiştirdiğimizde, o olgu ve olayın bize farklı bir imkanla kendisini açacağını biliyoruz felsefeci olarak. Bu bilgi bile aslında yeterlidir. Bu aslında buradan bakınca basit bir şeydir. Ama Husserl’in deyimiyle “doğal naif tez” içerisinde, hayatı olağan şekilde yaşayan insanlar bunu farkında değillerdir çoğunlukla. Ama biz felsefeci olarak şunu biliriz ki, karşılaştığım bir sorun ya da problem, anlamak veya çözmek için o açıdan bana yeterli veri sunmuyorsa, o zaman açımı değiştiririm. Ben bakış açımı değiştirdiğimde olgu, olay ya da problem bana kendisini yeni bir imkan ile sunar. Ve sonunda ise bir çözüme kavuşurum. Bu durumda, felsefe günlük hayatta, hayatla başa çıkma becerisinin imkanlarını açar. Dolayısıyla doğal naif tez içerisinde yaşayan insanın hayatında büyük çıkmazlar olurken, felsefeci olarak biz olmuyorsa bakış açımızı değiştiririz. Zamanı değilse bekler, mekan doğru değilse yer değişitiririz.

Ve en önemlisi de, felsefe bize günlük hayatta şunu verir: Felsefecinin canı sıkılmaz. Yıllar önce Melody Maker adında bir dergi vardı, orada Pink Floyd ile yapılmış bir söyleşiyi okumuştum. O zaman onlar şöhretlerinin doruğundaydılar. Onlara “sizin diğer insanlardan farkınız ne?” diye bir soru sorulmuştu. Ve cevapları ise “Bizim diğer insanlardan bir farkımız yok, herkes gibi bizim de canımız sıkılıyor.” şeklindeydi. Ben açıkçası bir felsefe öğrencisi olarak bunu anlamamıştım. Can sıkıntısı nedir yahu? Ben felsefe eğitimine başladığım günlerden itibaren, can sıkıntısı nedir bilmiyorum. Hep zihnim bir şeyle, bir problemle meşgul oldu. Ve bundan hep haz aldım. Beckett’in veya Musahipzade Celal’in bir oyunu üzerine düşünürken, sanattan, edebiyattan musikiden, sürekli aklımda bir şeyler beni günlerce oyalar. Herkesin canının sıkıldığı 20’li yaşlarda, Kafka’nın hayatı belki beni üç sene meşgul etmiştir. Nietzsche’nin hayatı yine bir o kadar meşgul etmiştir. Yani can sıkıntısı ne kelime? Felsefeci insanın can sıkıntısına vakti kalmaz. Felsefe günlük hayatta böyle bir kazancı bize sağlar. Canınız sıkılmıyorsa, üretiyorsunuz demektir. Üreten insan da mutlu bir insandır. Varoluş sıkıntısından tutun o tedirginliğe kadar hepsi aslında size bir fark, bir üretim olarak geri döner. Doğal naif tezin dışındaki bir insan olursunuz. Dolayısıyla kendi adıma da söylersem ben çok mutluyum. Dünyaya bir daha gelsem, felsefeci olamayacak idiysem, müzisyen olmak isterdim. 

Elif U. – Her bölümün öğrencisi, başlarken ve bitirirken bambaşka iki insan olarak bitirir bölümünü. Her öğrencinin başlarken de bazı duygulara ve yeteneklere sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda bir felsefe öğrencisi eğitimine başlarken ve bitirirken hangi özelliklere sahip olmalıdır?

Oktay T. – İlk önce elbette istek ve arzu… Bilgelik sevgisi diye geçiyor zaten, yani işin başlangıcında sevgi var. Fakat şunu unutmamak gerekir; neyi sevdiğinizi keşfetmelisiniz. Bir şeyi severseniz işin yarısını halletmiş olursunuz zaten. Felsefe için konuşalım. Mesela felsefeye başladıktan sonra eğer ısınamadıysanız, hemen sevebileceğiniz bir başka şeye geçin. Ve felsefeyi bir başka şeyle değiştirecekseniz, o tercih edeceğiniz şeyi sevdiğinizi bilmeniz gerekir. Dolayısıyla, birçok hayat uğraşısının temelinde sevgi yoksa eğer o angarya olur. Felsefe için de bu geçerlidir. İkinci olarak ise, kendine ve felsefeye bir şans tanımak ve ona zaman harcamak. Sevdiğiniz ve zaman harcadığınız zaman, o alanda farklılaşmaya başlarsınız. Mesela bir bankaya gittiğinizde, işinizi yapmasını istediğiniz bir memur elbette vardır. Diğerleri değil de, o kişi ile bankadaki işlerinizi halletmek istersiniz. Çünkü o kişi o alanda farklılığını göstermiştir. Felsefeci de hayatta farklılığını her yerde gösterebilen kişi olmalıdır. Bunların yanında şunu da söylemeliyim ki, felsefeyi sevip sevmediğinizi anlamak için ona zaman verin. Bazı şeylere sonradan ısınılır. Bunu anlamak için de biraz çaba sarf etmek gerekir. İlk sömestrda anlamadığınız şeyler, bir sonraki yıl size çok anlamlı gelebilir. Dolayısıyla, sevgi, merak ve çaba felsefe öğrencisi özelinde aslında tüm öğrencilerde olması gereken özelliklerdir. 

Elif U. – Bir de yabancı dilde eğitim konusu var. Dil, bir ifade biçimi olarak felsefeyi de fazlasıyla ilgilendiriyor. Türkiye’de eğitim alan bir felsefe öğrencisi kendi dilinde mi eğitim almalıdır yoksa başka bir dilde mi? Neden?

Oktay T. – Şimdi bir başka dilde fizik, mühendislik bilimi yapabilirsiniz, onunla da çok taraftar olmasam da. Çünkü aslında bilimi bir başka dilde yapmak bir sömürge anlayışıdır. Mesela Hegel bazı milletleri tarih yapan milletler olarak tasnif eder. Bana sorarsanız bunların içine Türkler, Ruslar, Çinliler veya Persler gibi… Bu tarih yapan milletlerin, bilimlerini de kendi dillerinde yapmaları gerekir. Çünkü burada bir varoluş iradesi vardır. Bu ayakta durma hikayesinde dil çok tayin edicidir. Dolayısıyla bilimi kendi dilimizde yapmalıyız ki felsefe ve edebiyat, bu bilimlerin arasında dilin oluşuma ve zenginleşerek varlığını sürdürmesine ilk katkı sunan unsurlardandır. Fiziğin ya da tıbbın terminoloji yabancı olabilir fakat felsefe veya edebiyatımızın Türkçe olması lazım. Burada Türkçe derken; elbette edebiyatı Türkçe yapıyoruz fakat bazı romancılar gibi İngilizce düşünüp Türkçe yazmak Türkçe değildir. Türkçenin ifade biçimi, Türkçenin anlam bütünlüğü ve bir anlam dairesi vardır. Latince bir özdeyiş vardır, “Önce yaşam, sonra felsefe.” der. Bizim yaşamımız Türkçe cereyan ediyor. O yüzden önce bu, sonra felsefedir. Bu yüzden yaşamdan sonra gelen felsefe de, bu Türkçe hayatın felsefesi olmak zorundadır. Ve Türkçenin de buna ihtiyacı vardır. 

Elif U. – Peki dilden bahsetmişken, bir felsefe öğrencisinin özellikle bilmesi gereken diller nelerdir?

Oktay T. – Öncelikle elbette klasik diller bilinmelidir. Bizim de içerisinde bulunduğumuz Anadolu’nun, Ön Asya’nın, tarih içerisinde temas ettiği kültür dilleri, Farsça, Arapça, Grekçe ve Latince… Bu dört dil klasik dildir. Hepsini bilmek zordur elbette fakat olabildiğince bu kültürlerle ve dillerle ilgilenmek gerekir. Yine Osmanlı Türkçesi bizim için oldukça önemlidir çünkü Farsça ve Arapça kelime ve tertipleri içerisinde barındırır ama onların hepsini, Türkçe gramerin filtresinden geçirerek Türkçeye adapte etmiştir. Orada bir edebiyat ortaya çıkmıştır, Divan Edebiyatıdır bu da. Bunu da bilmek gerekir. Elbette Klasik Filoloji bölümündeki bir arkadaşınız kadar bilin demiyorum fakat kısmen vakıf olmak gerekir ve felsefenin gerektirdiği kadar, bu dillerden en az ikisini bilmekte yarar vardır. Bütün bu kültür dillerinin yanında, Çağdaş dillerin ucu açıktır, çağdaş dil gereklidir. İngilizce mesela… İngilizce dünyanın en şahane dili olduğu için değil, çok yaygın konuşulduğu için gerekli ama İngilizce yeterli değil. İngilizcenin yanına, felsefe için mesela bir kültür dili olarak Almanca olsa, Rusça olsa ya da Fransızca olsa ne ala! 

Elif U. – Ülkemizde felsefe lisans öğrencilerinin belki de felsefeyle ilgili en çok konuştukları konu, “Felsefe bitirince ne iş yapacağım, atanabilecek miyim?” sorusu çerçevesinde şekilleniyor. Felsefe bölümü mezunu ne iş yapar?

Oktay T. – Bir kere felsefe mezunu, insanın olduğu ve insana dair bir problemin olduğu her yerde bir iş yapabilir. Bazı işleri Psikoloji ya da Sosyoloji sertifikalarını temin ederek de yapabilirsiniz. Elbette öncelikle felsefe öğretmenliği, mümkün mesleklerden biridir. Onun dışında, rehber öğretmenliği, dershane öğretmenliği veya kurslarda öğretmenlik gibi birçok seçenek vardır. Bu öğretmenlik paketidir. Ama öğretmenlik paketi dışında, halkla ilişkilerin olduğu her alanda, basın ve yayın alanında ve bu alanlardaki süreçlerin yazılı takibatını da en iyi yapabilecek profillerdendir felsefe mezunları. 

Felsefecinin yapacağı işlerden bir başkası ise, bütün sosyal hizmet bölümlerinde, engelli ve yaşlı bakımı, özel bakım gerektiren kesimlerin hizmetinde çalışabilir. Bunların yanında yetişkin eğitmenliği gibi NLP programlarında da başarılı olabilirler. Yine reklam ajanslarında metin yazarlığı felsefecinin yapabileceği işlerden birisidir. Yayınevlerinde veya gazete ve görüntülü yayın yapan kuruluşlarda redaktörlük ve editörlük de yine felsefecilerin hakim olduğu alanlardır. Sanat eleştirisi yazarlığı, bunun içinde sinema veya tiyatro eleştirisi yazarlığı yine felsefi altyapıya muhtaç alanlardır. Türkiye’de bugün bu işi yapanların çoğunun felsefi altyapısı yok. Genelde olgular anlatılır. Fakat film ya da tiyatro eleştirisi, yalnızca filmi ya da oyunu anlatmak değil, estetik bilgisi kapsamında o film ya da oyun hakkında derinlikli değerlendirme sunmaktır. Bunların yanında mesela turizm, çevre ve seyahat yazarlığı yine felsefecinin çok iyi yapabileceği işlerdendir. 

Bunların dışında bir felsefeci, kendi alanı dışında bir iş yapmak zorunda kalsa dahi, bir garsonluk, bir aşçı yamaklığı yapmak zorunda kalsa bile, felsefeci olmayan ve aynı işi yapanla kendi arasındaki farkı hissettirir. En temele bunu koymak gerekir. Bir yerde garsonluk dahi yapsanız, yaptığınız garsonluğu, felsefe kültürünün size sunduğu ilişkileri, hayat tasarımı, sosyolojik bakış, etik gibi konulardaki birikiminizi göz önüne alarak servis hizmeti yaparsınız ve böyle yaptığınızda, bunların farkında olmayan bir başkası ile aranızdaki fark hemen kendisini hissettirir. Garsonlukla başladığınız iş yerinde bir süre sonra bakarsınız ki yönetici olmuşsunuz. Ama şunu da bilin, 25 yaşındaki bir insanı hemen alıp da bir yere genel müdür yapmazlar. Öyle bir beklentiye girmek size sadece zaman kaybettirir. Çaba ve zaman gerekir. Bu size çalışmayı öğretir. Bu yüzden de aslında felsefe öğrencisi de olsanız, pratik bir işte tecrübenizin olması size çok şey kazandırır. 

Elif U. – Son olarak Oktay Taftalı’nın öğrencilere vermek istediği tavsiyeler var mı?

Oktay T. – Öncelikle felsefe öğrencileri özelinde şunu söyleyeyim: Benim bütün çabam, öğrenciye şu özgüveni kazandırmak; felsefeye hakikaten isteyerek girmiş, felsefeyi severek çalışan birisinin hayatta kimse sırtını yere getiremez. Bir kere bunu bir bilmek lazım. Bu konuda öğrencinin kendisine güvenmesi lazım. Yani ben bir felsefeciyim ve en zor şartlarda bile o şartları çözümleyip, kendim için olumlu bir ortam ve bir yaşam alanı oluşturabilirim. Bu dünyada üstesinden gelemeyeceğim pek az şey vardır. Dolayısıyla kendi bireysel hayatıma dair her şeyi halledebilirim. Düşünebilirsiniz ki dünyada onca dert var, onlara çare bulamayabilirim. Düşünün ki filozoflar dünya dertlerine de çare bulma iddiasındadırlar; siyaset felsefesi, etik vs. bunlar bütün insanlık için yazılmıştır. Bir filozof etik bir problemle uğraşırken, kendi köyü, kendi mahallesi, kendi hemşerileri için değil, bütün insanlık için bir şey öneriyor. Dolayısıyla filozof bütün dünyaya bir şey söylemek amacındadır, ki bu durumda kendi bireysel hayatına dair bir sorunun üstesinden gelememesi mümkün değildir. Bu özgüvene sahip olmak lazım. Daha sonra pratikte, hayatımı nasıl tanzim ederim diye düşünmek lazım. 

Bunun dışında, tüm öğrenciler için, bir hoca olarak değil de, kendince yaşam mücadelesi vermiş birisi olarak, Oktay Taftalı olarak önerim; muhakkak bir ya da birkaç yabancı dil bilmeniz… Bu dünyada insanlarla iletişim kurabilmek, dünyaya açılabilmek, gezip görebilmek için dil ve dolayısıyla kültür tanımak şarttır. Yurtdışına gitmek istiyorum ama param yok demeyin. Ben dahil birçok arkadaşım yurtdışına çalışmaya gittik, biz de beş parasızdık ama bir yerden başlamak gerekiyordu. Yani bir hedef koyarsınız ve onun için çaba harcarsınız. Önemli olan budur. Ben Türkiye’de kalıp ana baba kuzusu olsam, ailemin yanında ayrılmasam derseniz o da olur, fakat ben kendinizi sınamanızı öneriyorum. O sosyal medyada da dolaşan heykel örneği gibi, kendinizi yontun. 

İkincisi, muhakkak bir sanat alanıyla uğraşın. Resim yapmak mesela. Ressam olmak zorunda değilsin. Boya ve git arkadaşına hediye et. Bir saz al, saz çal. Git Üsküdar musiki cemiyetine kayıt ol, Türk Sanat Musikisi öğren. Sanatçı olmak zorunda değilsin, git nezih insanlarla tanış, sanat ortamına gir. Oradan bir şey olmak zorunda değilsin, bu ortamlara gir, çık ve hayatı dene. Yani kısacası, hayatla mücadele, hayatla bir partner ilişkisi yaşayın. İtişli kakışlı değil ama sarmaş dolaş, el ense çekmeli bir ilişkiniz olsun. 

Elif U. – Değerli düşünceleriniz için tekrar teşekkür ediyoruz hocam.

Oktay T. – Rica ederim her zaman, ne demek… Böyle benzer sorularla ya da başka sorularla, bir şeyler hakkında danışmak istediğinizde kapımız size her zaman açık. Salgın olmasa çat kapı da gelebilirsiniz fakat salgın olunca da böyle uzaktan da her türlü irtibata açığız. Herkese selamlar.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.