Site Rengi

Onur Aktaş

Doç. Dr. Çankırı Karatekin Üniversitesi Felsefe Bölümü

    Annemin Gezileri ve Suriyeli Arkadaşım

    12 Mart 2021 20:08
    0
    A+
    A-

    Bu yazı ,31/07/2018’de iktisadiyat.com’da yazmış olduğum “Homo Normalis’in Kategorileri” başlıklı makalenin -kategorik kalıpların şiddetine ve bunların dışında olmaya dair kendi hayatımda tanık olduğum iki olaydan bahsettiğim-ikinci yarısıdır.


    Annem her gün yürür. Çiçeklere bakar. Göğe bakar. Ağaçlara bakar. Hayatta gördüğü, deneyimlediği, düşündüğü ve hissettiği şeyleri kendi gönül süzgecinden geçirip resimler yapar. Yürüyüşlerinde yere atılan çöplere hem kızar hem üzülür. Toplar onları, çöpe atar. Üzülür çünkü çok sevdiği doğaya zarar verilmektedir, kızar çünkü varlığın güzelliğine saygısızlık yapılmıştır.

    Annem, babasının memleketi olan Trabzon’u hiç görmemiş. Oraya yıllarca ailece gidelim istedi. Fakat bizlerin hep bir işi çıktığından veya bir türlü ayarlayamıyor oluşumuzdan, o da bizi daha fazla beklemedi ve kendi başına yola koyuldu. “70 yaşımı aştım” veya “kadın başıma nasıl giderim” demedi. Gitmek istiyordu; gitti. Gitmenin sıklıkla erkeğin hakkı, kalmanın ise kadının görevi olarak anlaşılan bir coğrafyada kendi önüne çekilen setleri, aşarak veya kırarak değil, basitçe ciddiye almayarak gitti.

    Tabii bu noktada “gitme”nin, “gezme”nin, “serüven”in sadece kadınlara değil belirli bir yaşın üzerini geçenlere de sıklıkla hak görülmediğini de söylemek gerek. Nasıl ki kategorik kalıplarına sıkışıp kaldığı için donuklaşmış ve havasız kalmış zihinler“kadın dediğin…” ya da “kadının yeri…” gibi hadsiz cümleler kurabiliyorsa aynı zihin formu “yaş” ile ilgili de benzer lakırdılar edebiliyor: “Şu yaşta, şunlar yapılır”; “bu yaşta şunlar giyilir”; “şu yaşta isen arkadaşların şu yaş grubundan olmalıdır”; “yaşın şu ise şunları yapamazsın” vb. Annem de çıktığı yolda bir vesile ile konuştuğu birilerine gezmeyi sevdiğinden bahsedince, onların daha sonrasında kendisi ile ilgili “gezmek için daha ne kadar yaşlanacaksa” diye fısıldaştıklarını duymuş.

    “Yaş” veya “kadınlık” kategorileri ile değil, hayatı seven birisinin varlığa ve güzelliğe şahit olma isteği ile hareket ettiğini düşündüğüm veya başka bir ifade ile en ufak çiçeğinden gökteki buluta kadar her şeyi coşku ve keyifle seyrettiğini düşündüğüm annem, kendisine engel olacak kategorilerle karşılaştığında onları ciddiye almıyor ve gezmeye, yürümeye, varlığı seyretmeye içinden geldiği gibi devam ediyor.

    ***

    İki bin on yılında Almanya’daydım. Doktora çalışmalarımı geliştirme amaçlı bulunuyordum. Kaldığım yurtta karşı komşum Suriyeli Yezidi bir tıp öğrencisiydi. Suriye’de Yezidilerin yaşadığı sıkıntılardan dolayı 17 yıl önce ailesi ile Almanya’ya iltica etmek zorunda kalmış. Yersiz-yurtsuz kalmışlığın derin acılarını çektiğini düşündüğüm bu arkadaşımın ilticasının sıkıntıları ise sadece evini geride bırakmakla alakalı olmamış. Pek çok zorluk yaşamış. Örneğin Almanya’ya hemen kabul edilmemişler; ilk iltica talepleri reddedilmiş. Daha sonra tekrar başvurmuşlar. Bu sefer olmuş. Hayatının çeşitli aşamalarında çeşitli işlerde çalışmış, fakat çok azimli olan bu arkadaşım çabaları ile tıp öğrencisi olmuş. Şu an doktor, iki küçük çocuğu var ve hayatına Almanya’da devam ediyor.

    Ankara’da yaşadığımı bilen bu arkadaşım benden iki bin on dört yılında kuzenine yardım etmemi istedi. Kuzeni de kendisi ile on yedi yıl önce Almanya’ya iltica etmiş;fakat annesi ve babası geride kalmış. Arkadaşımın benden ricası, kuzenine Ankara’da birkaç gün kalacak bir yer bulmam; onu anne-babası ile buluşacakları terminale götürmem ve daha sonra da hep beraber gidecekleri Alman Konsolosluğuna götürmemden ibaretti. Benden istenen basitti. Fakat ortadaki trajedi çok büyüktü. 12 yaşında anne babasından ayrılmış bir çocuk, tam on yedi yıl boyunca doğrudan hiç görüşmediği anne babası ile 29 yaşında bir adam olarak karşılaşacaktı. Arkadaşımın kuzeni ile metroya sabah erkenden bindik. Çok yorgundu, bir şey yiyecek fırsatımız da olmamıştı. Fakat yolumuzun üstünde satılan nar sularından aldık.  Anne babasının karşısına belli ki derli toplu çıkmak isteyen bu arkadaş düzgün bir elbise ve beyaz da bir klasik ayakkabı giymişti. Metroda bir grubun bu arkadaşla dalga geçtiklerini duydum. Şöyle şeyler diyorlardı “Tipe bak. Ayakkabıya bak. Şu içtiğine bak sabah sabah”. Çok sinirlendim; fakat o beni durdurup ne olduğunu sordu. Durumu anlattım. O da ancak İsa’da olacak bir bilgelikle “Kızma onlara. Ne yaptıklarının farkında değiller” dedi. Bu grup, insanî olan hiçbir şeyi sezmeyip, kendilerince bir “orta doğululuk” kategorisinden ötekine sataşmayı veya onu aşağılamayı hakları gibi görüyordu. Ruh hali, böyle insanları ciddiye almanın veya bunlara sinirlenmenin fersah fersah ötesinde olan bu arkadaş ise terminalde anne babası ile bir araya geldi. Uzun sürehiçbir şey söylemeden sarıldılar. Yılların hasretine rağmen sessizce ağlaştılar. Yollarına devam ettiler.

    Yorumlar

    1. metin bal dedi ki:

      Şu iki cümle: “O da bizi daha fazla beklemedi ve kendi başına yola koyuldu.”, ve “Kızma onlara. Ne yaptıklarının farkında değiller.” Onur hocam, bu ikinci okuyuşum bu hatıranızı. Benim de hatıram oldu sanki bu.